Mahbip Dilek: Ovacık’tayız Türkiye geneli doğal üretimin merkezinde.
Eyüp Hanoğlu ile Anka Dersim’i konuştuk.
https://www.youtube.com/watch?v=U2WNL4nL4-Q&t=390s
M.D.: Dün Anka Dersim’deydik. Bu günde Ovacık’tayız.,
Bize anka dersim’i anlatırmısınız?
E.H.: Çok teşekkür ederim ben Eyüp Han Oğlu. Her zaman birlikte yapıyoruz zaten. Yani altıncı yılımız başından beri her sene birlikteyiz.
Siz de geliyorsunuz, süreçleri en az bizim kadar artık hakimsiniz şöyle bir şey Anka Dersim’le daha önce de anlattığımız gibi yani isminden de anlaşılacağı gibi işte küllerinden yeniden dirilen Anka kuşu misali. İşte bu güzel topraklar bu güzel coğrafyayı boğmayalım, zehirlemeyelim ilk oradan başlayan bir şey.
çünkü her bir tahribat verdikçe işte zehirli kimyasalları her mahkum bıraktığınızda bu doğa da günden güne talip oluyor. Günden güne toprak verimsizleşiyor ve daha kuruyor. Hayvan çeşitliliği azalıyor, bitki türleri azalıyor. Kendi çapımızda ne yapabiliriz? Bu küllerinden diriliş kısmında düşündüğümüzde Anka Dersim’in temel varoluş şeyi dedik. Öncelikle. Hani tohumlarınız kayboluyordu onlara dönük bir çalışma başlattık.
Özellikle de buğday tohumları. Çünkü sistem bizi en çok zarar verdiği bir undur ekmek ihtiyacıdır. Her gün tükettiğimiz bir şey. Kullandığımız ekmekler de çok yüksek glüten oranları var. Onların uzun ömürlü olmasını sağlayan katkı maddeleri var ve kırmaya çalışan katkı maddeleri var. Hem kendimizi zehirliyoruz hem de toprağı zehirliyoruz. Düşünün ki gübre ekilen bir alanda hiçbir ot çıkmıyor.
Bir karınca dolaşmıyor. Çünkü bütün o canlı yaşamı yok ediyoruz ki işte verim alalım buna karşı akıntıya karşı bir kürek çekme çalışması olarak başladı.
Yerli tohumları kullanalım bunları çoğaltalım. Bu da çok zor bir süreç aslında. Türkiye geneli böyledir. Yani paylaşıyoruz, birlikte çalıştığımız yerler var. Bizden esinlenen ya da bizim kendilerinden birlik ben de esinlendim böyle çalışma grupları var arkadaşlar var. Örneğin işte Tokat’ta Kaz Dağları’nda da Elbistan’da, Malatya’da, Erzincan’da farklı yerel yerlerde. Onların ata tohumları daha çok ulaşmak da zor oluyor.
İşte dün orada göstermeyi unuttuk ama mesela Pertek’te daha yeni bir tohum bulunduğu kerpiç evin yıkıntıları içinde Başaklar yüz yılı aşkın bir ömrü olduğu düşünülüyor. Bunlar bizi heyecanlandırıyor. fakat akabinde çoğaltması çok zor oluyor. Şu açıdan, diyelim ki o tohum 40 yıldır 50 yıldır toprakla buluşmadığı için bu arada toprak değişiyor, iklim değişiyor, coğrafya değişiyor, onları toprağa verdiniz de direk eski kaldığı yerden devam etmiyor.
Toprak değişmiş, topraktaki yerel yapıları değişmiş. Çoğu zaman tohumu yeşertmek bile zor olabiliyor. Yeşertebildiğinizde de verim çok düşük oluyor. Onun toprakla yeniden barışması bir verim yaratması uzun zaman alıyor. Bu da üreticileri etkileme potansiyelini düşünüyor. Çünkü 5 yıl, 10 yıl o tohumla mücadele etmek lazım. Bu da ancak gönül işiyle oluyor. ya da bir sosyal çalışmayla sivil toplum çalışmalarıyla da olması gereken bir şey. Bizim yürüttüğümüz böyle bir çalışma çünkü en iyi verim aldığımız zamanlarda bile bire üç, bire beş bazen tarlaya hayvan koyup otlatıyor, hiç bir verim alamıyoruz. Bunun çok az bir kısmını un yapıyoruz o da. İnsanlar bu tatları görsün, lezzetleri görsün diye.
M.D.: Çeşit çeşit buğdaylar var değil mi?
E.H.: Evet, tabii bizim 3 4 tane ana buğdayımız var. Bir tanesi dün baktığımız aşure buğdayı. Dersim’in 500-600 yıllık geleneksel buğdayı Mazgirt’teki bir amcadan bulmuştuk. Temin etmiştik, onu çoğalttık. Onun dışında kara kılçık var. O da daha serin ve yüksek rakım istiyor. Pülümür bölgesinde ekiyoruz oraya da ha keza beraber gitmişliğimiz var orada karakılçığı çoğaltıyoruz. Bayraktar diye yine bir buğdayımız var.
Bu aslında atalık tohum değil ama modernize edilmiş tohumların içinde bunları en yakın olan tohumlardan biri onu çoğaltıyoruz. Onun haricinde dediğimiz yazlık buğdaylar var. Baharda ekilen ve çok hızlı ürün veren onu kullanıyoruz. Yeni denediğimiz buğdaylar var. Bizim buranın gelin mızıkı dedikleri işte bu sarı dedikleri başka buğdayların çalışmalarına başladık.
Bu sene yeni olarak uzattık. Kendi üretim mecramız da koyduk. Orada 30 dönüm buğday ettik. Ovacık’ta 4- 5 tane buğday için bir deneme ekim alanları oluşturduk. Hani tohumların toprakla uyumunu görmek açısından. Onun dışında klasik olarak Pülümür ve Pertek’te de ekimlerimizi yaptık. Yaklaşık olarak 150 dönüm ekim yaptık. Bu sene üzerinde durulması gereken en büyük şey, yıllardır ekolojistlerin bağıra bağıra geliyor dedikleri kuraklık, iklim bozukluğu cidden kuraklık çok burada.
Sadece bizim gibi doğal üretim yapanları değil, hani böyle gübre ile toprağa donatıp ona rağmen verim almak zorlaşıyor. Çünkü su sıkıntısı baş gösteriyor. İçme suyu bulmakta bile zorlanan bir yere doğru gidiyoruz. Böyle bakıldığında tarımın akıbeti nasıl olacak, nereye vardıracağız? Kötümser değiliz ama böyle çok iyimser olmamızı gerektirecek koşullar da olanaklar da maalesef yok.
M.D.: Burada küresel bir ısınmanın bir tehlike olduğunu biliyoruz ve önümüzde büyük bir tehlike olduğunu bilerek bizim ülkemizde sularımız hala hızla satılıyor. Özellikle bu Munzur’da da böyle bir proje var. Buna Munzur’un, Dersim’in insanları bayağı bir mücadele ediyor vermemek için ama. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani şu suyun özelleşmesi bu bölgeye ne zarar verir?
E.H.: Şimdi benzeri örnekler görüldü. Mesela bazı nehirlerin yatağı değiştirildi. Hani suların etrafa kayıp vermeden. İşte beton bir kanal içinde toparlanıp baraja nakledilmesi için. Bu çalışma Ovacık’ta yapıldı daha önce ve derelerin yatağı değişti, sular azaldı. İşte su belli bir yerde kayboluyor, başka bir yerde çıkıyor. Başka bir kötü etkisi de suyun etrafında bir canlı yaşam oluşur.
O etrafı çölleştiriyor, hayvanlar istifade edemiyor, karınca istifade edemiyor, bitkiler yok etrafında. Çünkü sadece betonlarla kapatılmış, korumaya alınmış bir yere satılmaya götürülecek ya da barajlarda işte elektrik üretmeye götürecek hale getirildi. devamı gelmedi neyse ki yani bu topraklarda çok ciddi bir direnç oluştu.
Yani Munzur Vadisi Türkiye’nin en büyük milli parkı. Bu topraklar dünya genelinde Avrupa Birliği raporlarında da geçiyor. Bakir kalmış 1000-de 3’lük 1000-de 2’lik toprak parçalarından bir kısmı aslında buradan petrolden daha değerli bir şey akıyor. Yani bu toprak bu su gelecek beş yıl on yıl sonra belki mumla arayacağız.
M.D.: Petrolden daha değerli.
E.H.: Evet petrolün ömrü bitiyor ama o hale geliyor içme suyu. Yani insan bunu anlamakta zorlanıyor. bir devlet yapısının en çok gözünün nuru gibi bunları koruması lazım.
En büyük cezayı yaptırımı bu doğaya zarar verenlere karşı uygulaması gerekirken devlet kendi eliyle geçici küçük projeler de günü kurtarmaya dönük çalışmalarda bir vizyonsuzluk bir hukuksuzluk örneği olarak.
Yani bahsettiğiniz özelleştirmeler barajlara götürmeler ya da başka şekilde değerlendirmeler, bunların hepsi doğanın tahribiyle bir şekilde sonuçlanıyor. Aynı şekilde bu madencilik çalışmaları var bunlar da yeraltı kaynaklarının suları çok zehirliyor.
Ovacık’ta, Dersim’de bir de öyle bir belamız var işte. nedir? Altın madeni açısından da coğrafyanın zengin, başka madenler açısından da bunlarla ilgili ruhsatlar verildiği ihaleler yapıldı. Başka hiçbir şey yapılmazsa bile çalışmalardan dolayı zaten çok sağlıksız bir hale gelecek. E yani ne diyebiliriz ki başka? Karşıyız tabii ki. Bütün insanlık bütün herkes karşıdır aslında bunu onaylayacak bir insan bulmak aklıselim bir insan bulmak imkansız bana göre.
M.D.: Maalesef kandırıyorlar toplumu.
E.H.: Evet toplumu kandırıyorlar o da hani öndekiler baştakiler ne derse doğru olur şeklinde. O da giderek kırılıyor. Yani iyimserliğimizi tersten yani kötü olan bir şeyden iyimserlik üretiyoruz. O da şu: insanlar günden güne görüyorlar işte. Salda Gölü çölleşti işte bilmem nerede ne oldu, nerede ne oldu? Bu tür kötü örnekleri göre göre belki kalanlara dönük, onları korumaya dönük bir duyarlılığın oluşacağını düşünüyorum. Benim tek iyimserlik kanalım benim burası. Bir de işte devlet sistemlerinin uluslararası yaptırımların, uluslararası kuruluşların devletlerin bu tarz şeyleri yapmasına engel olması, kamuoyu oluşturması belki buralardan bir direnç yürüyebilir. Onun dışında açıkçası çok iyimser olacağım başka bir seçenek yok.
M.D.: Teşekkür ederim son o olarak Anka Dersim’in o sağlıklı ürünlerini halkımız nereden ulaşabilir?
E.H.: Şimdi şöyle Anka Dersim’in sağlıklı ürünleri çok az bir üretim oluyor. Hani yaygın bir üretime dönüştürülüp böyle yaygın satılacak bir duruma getiremedik ama sosyal medya sayfalarımız var. Anka Dersim olarak instagram, facebook, üzerinden bizimle bağlantı kurabilirler. Ama dediğim gibi en önemlisi de maalesef ki o sağlıklı ürünlerden fazla elde edip çok fazla da sunabildiğimiz bir hale gelemedik.
M.D.: Buğday dışında neler var?
E.H.: Buğday dışında bostan bahçe bitkilerinin yine atalık tohumlardan çünkü o tür lezzetlerde de sıkıntı var. İşte yerli salatalık ah o eski domates kokusu gibi
M.D.: Dün kokuyu aldık ama domateslerden.
E.H.: Evet, evet tohumlarımızı çoğaltıyoruz. Datça’da bir örnek bostan kurduk, onlarla ilgileniyoruz. Buranın yerel fasulyesi ile ilgileniyoruz. Onun birkaç sene kendimi de doğrudan ekimini yaptık yerli tohumu korumak için. Çünkü şöyle sıkıntılar oluyor, yerli tohum daha uzun bir sürede ürün veriyor ama getirilen hibrit tohum diyelim ki biri üç ayda yetişiyor biri dört buçuk ayda yetişiyor. Piyasada satış olarak da aynı fiyata aynı muameleyi gördükleri için üretici yerli tohumu terk ediyor olacak.
M.D.: Burada Ovacık Belediyesi de destek veriyor değil mi?
E.H.: Ovacık Belediyesi’yle geçen sene bu yerli fasulye tohumlarını çoğaltma ile ilgili tabiki destek veriyorlar ama hani çok böyle büyük bir hassasiyetle üzerinde durma noktasında da değiller. Burada işte bir sarımsak projesi var sarımsaklar da çünkü doğadan talan ediliyor, çok talep var bunu kültüre almak, üretimi almak. Bu senenin sevindirici güzel bir projesi. Ilçe Tarım Müdürü, Ovacık Belediyesi’nde kadın emeği üzerine kurulu yerli sarımsağı çoğaltma. Çok güzel bir proje. Kısmen destekleniyor. yani belli destekler sunuluyor ama yeterli bir farkındalık, bu konuda yeterli bir vizyon olduğunuda hala görmüyoruz. Yani 5 6 yıldır bu alanın içindeyim. Hala böyle bir noktaya gelemedik bakalım gelecek yıllara hayırlısı diyelim.
M.D.: Emeğinize sağlık. Umarız yani bizlere örneksiniz. Umarız bu örnek çalışmalarımız bütün her yere yayılır. Teşekkür ederim görüşmek dileğiyle.
E.H.: Yani bir çalışma yapıyorum gibi değil. Yani beraber çalışıyoruz gibi hep öyle algılıyoruz. Siz orada başka şeyler yapıyorsunuz. Bizde kalan kısımlarını tamamlıyoruz, birlikte oluyor ve böyle kalmak çok güzel.
M.D.: İleride belediye başkan olursam aynen sizin çalışmanız gibi size de çok işim düşecek.
E.H.: Evet, evet Kesinlikle ekolojik belediyeler yaratmaya ihtiyacımız var.
M.D.: Onunla ilgili mücadele edeceğim.
M.D.: Teşekkür ederim.