Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine , bu hasret bizim der Nazım Hikmet DAVET şiirinde.
Bu hasret bizim hasretimiz oldu gerçekten, günlerdir karantinadayız. Anadolu halklarının geleneğinde samimiyet var, sarılma var, içtenlik var. Doğayla iç içe yaşadıkları için atalarımız, doğanın doğal güzelliklerini içselleştirip yaşamlarıyla bütünleştirerek kadim Anadolu kültürünü oluşturmuşlar.
Köyden kente göçün henüz başladığı 60’lı yıllarla birlikte köyün doğallığı yerinde; börtü böcek , yılan, çiyan , dağ, taş yetim ve öksüzlüğüyle baş başa kalmıştır.
Kente göç eden insanların zorunlu olarak bir önce gelen yakının yanına yerleşmesi bir nebze de olsa kendini güvende hissetmesini sağlamıştır. Ancak şehir hayatı ile köy hayatı biribirinden farklı hayatlardır. Köyde direk üretim vardır, küçük büyük çapta hayvancılık, tarla, bahçe işleri vs. Bir şekilde aç kalmıyorsunuz.
Peki kent yaşamında durum nasıl? Çalışmadığın gün eve ekmek parası gelmez. Ekmek parası gelmeyince eşin tepkileri değişir, çocuklar annelerine bakar ve onlar da babaya ufak ufak tepkisel davranırlar. Niye baba? Avcı-toplayıcı toplumdan geldiğimiz için baba; anne toplayıcı-avcı ve çocukların bakımı, terbiyesi, evin düzeniyle ilgili idi.
Anne, baba ve çocuklar yani çekirdek aile bu amansız karantina günlerinde zorunlu olarak bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Öncesinden sabah işe git, akşam gel, duş al,yemek ye , haberler vs uyku. Şimdi günün her saatinde berabersin ve karşındakini daha derinden tanıyorsun. Aranızda bir siyasi bağ olsa, düşüncenizden dolayı bir arada zorunlu olarak yaşıyorsanız eğer bu yaşam tarzı kendi etik değerlerini birlikte getireceğinden ya sorun çıkmaz ya da minimal sorunlar olur ve çözülür. Ailede otorite kaybı varsa ve her birey kendi başına buyruk davranıyorsa bu zorunlu karantina günlerinde vay o ailenin haline.
Peki neler yapalım, ya da önerelim ki bu zorunlu karantina sürecimiz bizlere zindan olmasın ? Kitap okumak, belgesel izlemek, aile bireyleriyle konuşmaya çalışmak, yemek yapmak, temizlik , yakınlarıyla ve dostlarıyla telefon görüşmeleri yapmak vs. Bunların hepsi güzel şeyler. Yetti mi ? Yetmedi. Hareketsiz kalmak durgun su gibidir. Durgun suda mikro organizmalar ürer, yosun bağlar, içinde barındırdığı bakterilerden dolayı kötü koku yapar. Bu kötü kokuları solumak, ya da bu kötü kokan suyu içmek, yemeklerde kullanmak hastalıklara davetiye çıkarır. Unutmayalım ki bunlar epigenetiğimizi bozacak ve hücresel düzeyde hasta olmamıza neden olacaktır.
Durağanlığının sonucunda kirlenmiş, hastalık saçmaya çalışan bu su gibi vücudumuzda hareketsiz kalınca ufak ufak ağrılarla hastalanıyorum sinyalini vermeye başlar. Bir yere kan az gidiyorsa o yerin oksijen ihtiyacı artacağından tepkisini aç kalan bebeğin ağlaması misali ağrı ile verir.
Egzersiz endorfin salgısını arttırarak mutlu olmamızı sağlar, en iyi antidepresandır.Kalp ve akciğerlerimizin en büyük dostudur ki beynimizin bizi iyi yönetebilmesi için temiz kana ihtiyacı vardır.
1.Germe egzersizleri ile güne başlayalım,
2.omuz kuşağı,
3.baş -boyun bölgesi,
4.omuzdan el parmaklarına doğru tüm eklemlerin hareketleri,
5. Sırt bölgesi,
6. Bel bölgesi ,
7. Kalça egzersizleri,
8. Kalçadan ayak parmaklarına kadar olan tüm eklemlerin hareketliliği,
9.solunum egzersizleri
Hiç bir şey yapmak istemiyorsanız bile günde 2-3 kez 5-6 dakika ayakta yerinizde ritmik olarak horon tepercesine kendinizi sallayın.
Basit karbonhidrat tüketimi aleyhinize olacağından Beyaz un ve şekerli gıdalardan kaçmanız sağlığınızın korunmasına ciddi katkı sunacaktır. Kırmızı et , süt ve süt ürünleri özellikle peynir asidik olduğundan asidik beslenme sizin hasta olmanıza neden olacaktır. Bunun için bol yeşilliğin , zeytin yağlı yemeklerin olduğu bazik ortamda beslenme vücudumuzu hastalıklardan korunma kalkanı olacaktır.
Sağlıklı, mutlu günleriniz olsun, yüzünüz hep gülsün. Dostlukla…
Osteopat. PNİ. Uzm. Fzt. İbrahim MAYDA
YanıtlaYönlendir
|