Mevcut Sistemlerin İnsanlığa Etkisi: Bir Yıkım Düzeni
Dünya genelindeki mevcut sistemler, insan haklarını ve insana verilen değeri hiçe sayarak adeta bir yıkım düzeni inşa etti. Bu sistem yalnızca bireyleri değil, toplumları, doğayı ve tüm canlıları da hedef alıyor. Dahası, bu güç sahipleri, hiçbir şey olmamış gibi davranarak kendi haklılıklarını kibirle savunmaya devam ediyorlar. İnsan, “Bunlar çıldırmış olmalı!” demekten kendini alamıyor. Ancak bu delilik gibi görünen düzen, aslında planlı ve sistematik bir yaklaşımın ürünü. Toplum karşıtı iktidarların çıkar odaklı iş birliği, toplumların kaderini şekillendiriyor. Yüzeyde ülkeler arasında çatışmalar veya anlaşmazlıklar var gibi görünebilir; ancak perde arkasında, bu güçler aynı ailenin üyeleri gibi hareket ederek insanlık karşısında şaşırtıcı bir uyum sergiliyor.
Bu düzenin temelinde, acımasız bir çıkar sistemi yatmaktadır: yalnızca kendi menfaatlerini gözeten, doyumsuz ve duygusuz bir mekanizma. Güç sahipleri, kendi aralarındaki ilişkilerde din, dil ve renk ayrımı yapmazken, toplumları baskı altında tutmak için bu ayrımları kullanarak insanları bölüp birbirine düşürüyorlar. İnsan onuru ayaklar altına alınmış durumda; milyonlarca insan bu düzenin ezici ağırlığı altında acı çekiyor, yaşamını yitiriyor. Ancak bu durum sadece bir sonuç değil, aynı zamanda bu düzenin devamını sağlamak için kullanılan bir araçtır. İnsanların acı çekmesi, dayatılan bu düzene boyun eğmelerini kolaylaştırıyor ve böylece güç sahipleri hâkimiyetlerini pekiştiriyor.
Bir Başlangıç mı, Yoksa Son mu?
Peki, bu bir başlangıç mı, yoksa bir son mu? Bu soruya kesin bir yanıt vermek zor. Ancak şu bir gerçek ki, toplumlar bu düzenin kurduğu tehlikeli tuzakların farkına varmazsa, gelecekte ne insanlık ne de doğa var olabilecek. Toplumların, birbirlerine karşı değil; onları ezen, ayrıştıran bu güçlere karşı birleşmesi gerekiyor. Aksi takdirde, ruhsuz bir sisteme boyun eğerek yalnızca kendi yaşamlarını değil, çocuklarının ve torunlarının geleceğini de köleleştirmiş olacaklar. Ve en kötüsü, bu kölelik, insanca bir yaşamdan yoksun bir yok oluşla sonuçlanacak.
Bu sistemin ironik bir özelliği de, onu inşa edenlerin bile sonunu getirecek olması. Kazananı olmayan bu düzen, hem insanlık hem de kendi kurucuları için bir yıkımı ifade ediyor. Ancak asıl mesele, bu düzenin bireyler ve toplumlar üzerinde yarattığı derin ve kalıcı hasarın nasıl onarılacağıdır. Bu düzen, yalnızca insanın yaşam koşullarını değil, temel değerlerini de altüst etti. İnsanları kendi doğasından kopardı, ahlaki yozlaşmayı körükledi ve bireyleri birbirine yabancılaştırdı. Artık insanlar birbirine güvenemez hale geldi; güvenin yerini rekabet, dayanışmanın yerini bireysel çıkar aldı.
İnsani Değerlerin Erozyonu
Bu düzen, bireyleri önlerine atılan kırıntılarla oyalayarak kontrol altında tutmaya çalışıyor. İnsanlar, bu kırıntıları büyük bir kazanım zannedip birbirlerinin üzerine basmaya zorlanıyor. Bu süreçte en değerli insani nitelikler kayboldu. İnsan, kendine olan güvenini, başkalarına duyduğu sevgiyi ve toplumlara karşı hissettiği aidiyet duygusunu ne yazık ki yitirdi.
Bugün öyle bir noktadayız ki, insanlar düşünmeden ve kolayca birbirlerini “satmayı” bir başarı olarak görüyor. Dahası, kendilerine zulmeden, yaşamlarını değersizleştiren bu düzenin kurucularına ve devam ettirenlere hayranlık besliyorlar. Bu hayranlık, yalnızca boyun eğmeyi değil, aynı zamanda düzenin devamını desteklemeyi de beraberinde getiriyor. Daha kötüsü, bireyler ait oldukları toplumu hiçe sayarak, ne pahasına olursa olsun başkalarının önüne geçme ve kendisini de ezenlerden rol alma çabasına giriyor.
Yeniden İnşa Mümkün mü?
Bu noktada, sormamız gereken kritik bir soru var: Bu sistem bizi kim olduğumuzdan ne kadar uzaklaştırdı? İnsanı insan yapan değerler bu kadar aşındırılmışken, insanlık nasıl yeniden bir araya gelip geleceği inşa edebilir?
Ancak umutsuzluğa kapılmamak gerekiyor. İnsanlık tarihi, sayısız zorluk ve krizle karşılaşmasına rağmen, dayanışma ve azimle yeniden ayağa kalkmayı başardı. İnsanın doğasında var olan iyilik, merhamet ve adalet arayışı, her türlü yıkıma rağmen tamamen yok edilemedi. Bugün de, dayatılan umutsuzluğa ve yabancılaşmaya rağmen bireylerin ve toplumların içinde bir kıvılcım yanmaya devam ediyor.
İnsanlar bir araya gelerek, kendi değerlerini ve haklarını yeniden tanımlayabilir. Toplumsal dayanışma, adalet arayışı ve doğayla uyum içinde bir yaşam özlemi, yeni bir başlangıcın temel taşları olabilir. Eğer bireyler birbirlerini rakip ya da düşman olarak görmek yerine dost olarak görmeyi başarabilirse, ortak sorunlara karşı birlikte hareket ederse, bu ruhsuz sistemin inşa ettiği duvarlar yıkılabilir.
Bir Umut Işığı
Unutmayalım ki, her karanlık dönemin sonunda bir aydınlanma çağı gelir. İnsanın kendine ve birbirine olan inancı, bu karanlığı delip geçecek bir ışık olabilir. Belki de bu düzenin yıkımı, insanlık için daha adil, daha özgür ve daha anlamlı bir yaşamın kapılarını aralayacaktır. İnsanlık, bir kez daha kendi içindeki gücü keşfederek çocuklarına ve torunlarına onurlu bir gelecek armağan edebilir.
Suna Doğan
İsviçre