İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Su Tuğrul yazdı: Karanlığa ışık olmak

Pedegog Su Tuğrul, ‘Karanlığa karşı olmak’ başlıklı yazısında çocukların gelişiminde aile, sosyal çevre ve bulunulan siyasi ortamın etkili olduğunu vurguladı.

Pedegog Su Tuğrul, çocukların gelişiminde aile, sosyal çevre ve yaşadığı siyasal ortamın önemli bir role sahip olduğuna dair bir yazı kaleme aldı. Tuğrul’un ‘Karanlığa karşı olmak’ başlığıyla yayınlanan yazısının tamamı şöyle:

Öncelikle bu yazıda değinmek istediğim konu baştan sona farklı idi. Fakat dünyanın gidişatı ve özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler o kadar hızlı ve değişken ki bir sonraki günü, hatta birkaç saat sonrası bile hesaplanamıyor. İnsanlığın gittiği yol, dünyanın gittiği yol gerçekten kaygı verici. Toplumdan aldıkları güce sahip iktidarlar; bu gücü çoğunlukla toplumun çıkar ve menfaatlerinin aksine, orantısız bir şekilde doğayı, insanı, canlıları ve çevresini yok ederek, katlederek kullanıyor. Kendisinden zayıf durumdaki bireyleri ve halkları, kadınları, çocukları yok sayarak, onları yok etmeye çalışarak kullanıyor.

Bugün Türkiye’deki iktidar ve destekleyicilerinin zincirini koparmışcasına ve salyaları akarcasına, kişisel düşünceme göre hiç de Türkiye için tehdit barındırmayan, Suriye’nin tek güvenli bölgesi sayılabilecek bir bölgeye saldırmasını, burada yaşayan halkları yerinden yurdundan etmeye çalışıp başka bir ülke içerisinde, kimin nerede ve nasıl yaşayacağına karar verme haddini-hadsizliğini- izah edip tanımlamakta oldukça zorlanıyor insan.

Emma Goldman’ın çok yerinde bulduğum bir tespitini paylaşmakta yarar görüyorum.
‘Bütün savaşları, dövüşemeyecek kadar korkak olan, bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır’. Hırsızların oyununa gelmemek ve kendini savunmak dışındaki tüm savaşlara ‘hayır’ diyebilme cesaretini göstermek ve bu sorumluluğun bilincinde olmak, insanlığın geleceğini kurtarmanın yegane yoludur diye düşünüyorum. İçinde yaşadığımız dünyamızı ve zamanı kendimizle başlatıp bitiremeyeceğimize göre, gelecege dair her bireyin sonsuz bir sorumluluk hissiyle yaşaması gerektiği açıktır. Umudu, iyi niyeti, pozitif düşünceyi, yaşatma isteğini yeşertmek ve gelecek nesillere aktarmak için ilk yapmamız gereken şey boğazımıza kadar battığımız kin, nefret ve ayrıştırıcı, yok edici, kısaca kötü hastalıklarımızı bir kenara bırakıp bizden sonrakilerin dünyasını kurtarabileceğimize inanıyorum.

Bugünün yetişkinleri olarak, çocuk psikolojisinin telafuz edilmediği, insan haklarının geçersiz olduğu bir coğrafyada dünyaya gelmek zaten başlı başına büyük bir sorundur. Türkiye toplumlarında veya farklı birçok toplumda bu kavramın sadece formalite olarak var olduğunu çoğumuz biliyoruz. Bunu birçok çevreden ve çok kısa bir süre Türkiye’de yaşadığım dönemde gözlemleyebildim. Durum çocuklar için gerçekten de içler acısı. Asıl beni hayrete düşüren ise  özellikle ‘eğitimli’ çevrelerin çocuk psikolojisiyle ilgili duyulan belli başlı kavramları kullanma dışında yeterli bilgi ve donanımdan uzak olmalarıydı. Çocukların psikolojileri bozulmasın diye adeta bir akvaryumun içinde balık besler gibi davranmaları ve koruma adı altında en büyük zararı verdiklerinin hiç farkında olmamalarıydı.

Günümüzde mevcut iktidar ve yöneticiler neden dünden farklı değiller ve belki de daha zalimler, daha karmaşıklar diye hep şikayet ederiz. Bizden öncekileri bizi yetiştirenler seçti, bunları biz seçiyoruz ve bu gidişle eğer bir şeyler yapmaz isek yarın da farklı olmayacak eğer gelecek nesilleri kendi isteklerimiz, beklenti ve arzularımıza göre yetiştirmeye devam edersek. Çocuğun duygularını manipüle etmeye devam edersek ve kendi duygularını kendilerinin yönetmesine engel olursak. Bu şekilde büyüyen çocuklar özgüvensiz, kendi istem ve duygusunu tanıyamayan ya da kontrol edemeyen bireyler oluyorlar ve kendisini yönetecek kişileri de çoğunluğun ya da başkalarının tercihine göre seçiyorlar. Ve böylesi bir yetiştirilme ortamında çocuktan çalınan duygu ve istemler bir yandan da yetişkinliğe zorlanan erken gelişim çocuğun duygularını allak bullak edip karıştırıyor, elbette ki bir çocuğun psikolojisinin alt-üst oluşu demek oluyor.

İşte böylesi bir çocukluk geçirmiş çoğu insan gibi ben de problemlerin kaynağını araştırmak amacı ile bir iç gezinti olarak hayatımın ön sözüne geçiş yaptığımı farkettiğimde ve bu araştırma çalışmalarım sürecinde okuduklarımdan öğrenmiş olduğum; çocuk dünyasına dair bilgiler ile kendi çocukluk dünyam arasında gezinirken, kendi varoluşum gibi genelde tüm çocukların da yetişkinlerin de ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda var edilmeleridir. Bu var ediliş ise çocukluk evresinden itibaren, kendi arzu ve doğal ilgilerince, özgür yaşama hakkının tanınmaması, tüm insanlığın olumsuz yönde daha fazla etkilenmesi demektir aslında.
Malesef, önce ebeveynlerimizin beklentileri ve istemleri, sonra yönetenlerin yönlendirmeleri doğrultusunda sürüklenirken; yaşamımızın orta yerine geldiğimizde ancak kendi düşüncelerimiz ve istemlerimiz belirginlik kazanmaya başladığında, bir ikilem ortaya çıkıyor. Bu ikilem, var edenlere bir uyumdan ziyade bir çatışmaya dönüşüyor. Özellikle belli bir karakter, kimlik edinme ve statüler oluştuktan sonra bunu farketmek ne kadar vahşet bir durum! Bunların sonucunda var edenlerin istemleriyle var olanların istemleri arasında bir uçurum oluşuyor. Ve daha zor olanı ise; önceden belirlenen bu roller arasında sıkışıp kalmalar insanı insan doğasından adeta uzaklaştırıyor.

Sonuç itibari ile yüzyılların birikimi ve deneyimini dikkate aldığımızda; sağlıklı bir neslin var olması için çözümün mümkün olduğunu bilmek önemlidir. Bunun için ise, öncelikle, her zaman, bizden sonraki kuşakların, geleceklerini belirlemekten vazgeçmemiz gerekiyor ki; kendi yaşamları üzerinde karar verme insiyatifleri gerçekleşebilsin. Bu da onların kendi istem ve düşünceleri doğrultusunda var olmalarında en önemli engeli ortadan kaldırmak demektir. O halde sorunun temel kaynağını teşkil ettiğimizi unutmadan, çocukların ihtiyaçlarının karşılanmasında temel anlayışımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.

Yukarıda da belirttiğim gibi, öncelikle, çocukların, kişilik yapılarının oluşumunda uyguladığımız eğitim ve yetiştirme yöntemini ve içeriklerini, onların ihtiyaçları doğrultusunda yenilemeliyiz. Bu değişimi öncelikle aile içerisinde okulda ve sosyal alanlarda gerçekleştirmeliyiz. Çünkü benliğin ve kişilik oluşumunun; aile, sosyal çevre ve eğitim alanlarının bütünlüğünde varolageldiğini biliyoruz.

Sonuç olarak, bugünün yetişkinleri olarak bizler; kendi yaşamlarımızda neler ve nasıl yaşamış olursak olalım, bizden sonraki nesiller için bir şeyler yapmak istiyorsak onların yaşamları üzerinde beklentilerimizi geriye çekmekle her şeye yeni bir anlayış ile başlayabiliriz.

Mission News Theme by Compete Themes.