İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Alevi Soykırımı ve Çifte Standart.

Suna Doğan yazdı.

Alevi soykırımı ve Çifte Standart.

Bunca İslam ülkesinde, onca Sünni İslamcı ve Müslüman diktatör yönetime geldi. Halklarına zulmettiler, topluma kan kusturdular, kendi ülkelerinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yabancı şirketlere sattılar. Zehir saçan maden şirketlerine topraklarını peşkeş çektiler. Aynı şekilde, Hristiyan ülkelerin de başına zalim diktatörler geçti; kendi halklarına zulmettiler, katliamlar yaptılar, hatta başka kıtalara giderek oraların kaynaklarını sömürdüler. Üstelik bunu “demokrasi götürüyoruz” bahanesiyle yaptılar ve o coğrafyaların insanları üzerinde yeni ürettikleri savaş silahlarını denediler—böcek öldürür gibi.

Ama kimse, “Sen Müslüman bir aileden geliyorsun, bütün Müslümanlar senin gibi, o yüzden hepsini katledeceğiz, kadın çocuk demeden yeryüzünden sileceğiz” demedi. Aynı şekilde, hiçbir Hristiyan yönetici, Hristiyan bir aileden geldiği için tüm Hristiyanların suçlanmasına neden olmadı. Fakat bu ayrımcılık, tek bir kişi için yapıldı ve bunu bütün dünya yaptı: Beşar Esad.

Evet, o Alevi bir aileden geliyordu, ama aslında bir Arap milliyetçisiydi, Baas rejiminin bir savunucusuydu ve tıpkı diğerleri gibi zalimdi. Ancak onun zulmünün bedelini, onunla bir dönem iş tutanlar değil, Aleviler ödedi. O gece Alevileri ateşe attı ve kaçtı Esad; çünkü onun için önemli olan yalnızca kendi iktidarıydı.

Kapı arkasında desteklenen, bazı ülkeler tarafından özel olarak eğitilip maaşları ödenen cihatçılar, akıl almaz vahşetlerle Alevi kadınları, çocukları, sivilleri katlederken dünya susuyordu. Ne insan hakları savunucuları ne de başka yerlerdeki katliamlar karşısında kendini paralayanlar sesini çıkardı. Dünya medyası, cihatçı çetelere karşı öz savunma yapan sivilleri “eski rejimin kalıntıları, yeni yönetime saldıranlar” diyerek hedef gösterirken, terör listesinde bulunan cihatçıları aklamaya çalışıyordu.

Aynı suçu işleyen iki taraf varsa, biri lanetlenirken diğeri görmezden geliniyor ya da meşrulaştırılıyor. Hele ki küresel güç dengeleri ve çıkarlar devreye girdiğinde, adalet tamamen çarpıtılıyor.

Alevilere yönelik katliamların üzerinin örtülmesi, sadece bölgesel politikalarla açıklanamaz. Bu, tarih boyunca süregelen bir inkâr ve görmezden gelme politikasının devamıdır. Eğer Aleviler siyasi bir koz olarak kullanılabilir olsaydı, belki dünya medyasında daha fazla yer bulurlardı. Ama ne yazık ki, yok sayılmaları bir alışkanlık haline geldi.

Bu çifte standardın en büyük nedeni, mazlumun kim olduğuna bakarak adalet dağıtan bir dünyanın varlığıdır. Eğer mazlum, politik olarak işlerine gelmeyen bir grupsa, onun katledilmesi “görülmez” oluyor. Tam tersi durumda ise her türlü zulüm, “insan hakları” maskesiyle meşrulaştırılabiliyor.

Peki, diğer zalimler masum muydu? Hayır. Ama dünya onların zulmünün bedelini, mensup oldukları ırka ya da inanca mal etmedi.

Bu iki yüzlülüğü nasıl kabul edecekler, sormak istiyorum?

Suna Doğan
İsviçre

Mission News Theme by Compete Themes.