Suna Doğan yazdı…
“Aile kutsaldır” söylemi, her zaman bana ürkütücü gelmiştir. Elbette aile önemlidir, ancak kutsallaştırıldığında bu durum korkutucu bir hal alır. “Ailem her şeyden önce gelir” diyenleri duyduğumda içimde büyük bir endişe belirir ve bu tür ifadelere hep kuşkuyla yaklaşırım.
Çünkü kutsal aile, içinde her türlü kötülüğün barındığı ancak bunların asla dile getirilmediği, konuşulmadığı bir yapıdır. Her şey sessizlikle geçiştirilir, görmezden gelinir. En büyük dramlar ve trajediler, bu kutsallık maskesi altında sahnelenir. Kim bu sessizliği bozarsa dışlanır ve bir şekilde uzaklaştırılır.
Örneğin, “Bizim ailede böyle şeyler olmaz” ya da “Bizde böyle şeyler kabul edilmez” gibi ifadeler oldukça tehlikelidir. Çünkü insanın olduğu her yerde her şey olabilir. Bu tür söylemlerle karşılaşan biri, yaşadığı ya da yaşayabileceği olayları dile getiremez, korkuya kapılır. Ailesinde bu tür cümleler duyan kişi, başına gelen bir durumda ailesinin ona inanmayacağını, ailenin daha kalabalık ve güçlü dinamiklere sahip olduğunu hisseder ve endişe içinde yaşar.
Maalesef kutsal aile kavramı, insanı yaşatmıyor; tam tersine, korku filmlerini aratmayan bir sistem yaratıyor. Dokunulmaz ve kutsal sayıldığı için içindeki çarpıklıklar konuşulmaz, sorgulanmaz; sadece itaat edilir. Tıpkı Narin’in hikâyesinde olduğu gibi…
Bir köy, bir çocuğun yok oluşuna tanık oldu ve bu suça ortaklık etti. Bazı politikacılar bile gerçeği biliyordu, ancak kutsal aileyi ve kendi çıkarlarını korumak adına sessiz kaldılar. Üç maymunu oynadılar: Görmediler, duymadılar, konuşmadılar. Masumu korumak yerine, kutsal aileyi savundular.
Kutsal aile kavramı, erkek egemen bir anlayışla şekillenmiştir; bu yüzden devlet, “baba” olarak anılır. Çünkü devletin yapısı da kutsal aile anlayışıyla örtüşmektedir. Dinlerde de benzer bir yapı görülür; dini liderler genellikle erkektir. Dini öğretilerde kadın, neredeyse günahların kaynağı olarak gösterilir. Yasakların büyük çoğunluğu kadına yönelik başlar ve yine kadına yönelik sona erer. Sanki Tanrı’nın tek derdi, kadına dünyayı nasıl yaşanmaz hale getireceğini göstermekmiş gibi bir algı yaratılır.
Otoriter yönetimlerde ve faşist zihniyet, her fırsatta ailenin kutsallığından ve öneminden bahsederek, “şu kadar çocuk yapın, bu kadar çocuk yapın” gibi emirlerle kendisine itaat edecek ve hizmet edecek küçük devletçikler (aileler) yaratmakta ve desteklemektedir.
Toplumu her alanda kontrol altına alan bu sistemin aileyi yüceltmesi ve aile içindeki çıkar ilişkilerini öne çıkarması tesadüf değildir. Çünkü bu “kutsal” aile, kalifiye iş gücü, asker, tetikçi, pis işlerinde arka bahçe temizlikçi ve tüketici kitleler yaratmaktadır. Bu nedenle sistem, aileyi yüceltmekte bireyi ise yok etmekte çünkü birey düşünebilir karşı çıkabilir ama Aile bütündür biri düşünür diğeri itaat eder. Bugün Narin, daha önce Leyla ve nice çocuklar ile kadınlar, bu “kutsal aile” zihniyetinin kurbanı olmuştur ve olmaya devam edecektir.
“Yen kırılır, kın içinde kalır” anlayışı ile çocuklar ve kadınlar susturulmakta, tacize- tecavüze, zulme uğramakta, öldürülmekte ya da intihara sürüklenmektedir. Bu duruma son vermek için vicdan sahibi, adalet arayışında olan tüm duyarlı insanların bir araya gelmesi ve bu eril faşizme dur demesi şarttır.
Devletten ya da hükümetten umut beklemek nafiledir, çünkü devlet bu çürümüş yapıları destekleyerek toplumu korkuyla kontrol altına almaktadır ve bunda da başarılı görünmektedir. Kısacası, kutsal aile, kutsal devlet ve kutsal din birbirine hizmet eden, birbirini besleyen yapılardır. Umut ise yine toplumun duyarlı ve vicdan sahibi insanlarındadır. İyilik, kötülüğe galip gelmelidir. Bu yüzden, “Çocuklar umudumuz ve geleceğimiz” diyoruz, ama bu gün çocukların yaşaması ve korunması için mücadele etmesi gereken biz yetişkinleriz. Bu çarpık ve çürümüş sisteme dur demek için umut olarak harekete geçmeliyiz.
——
Sağlık nedenleriyle ara ara yazdığım Sesim gazetesine bir süreliğine veda ediyorum. Dilerim döndüğümde neşeli ve güzel şeyler yazacak bir gidişat olur. Hoşça kalın.
Suna Doğan