Türkiye’de Alevi-Sünni Ayrımı ve Sosyal Gerçekler Üzerine
Türkiye’de “Alevi-Sünni ayrımı yoktur” şeklindeki söylemler genellikle iki farklı bakış açısını yansıtır. Eğer bu söylem Sünni kesimden geliyorsa, çoğunlukla Aleviliği görmezden gelme ya da inkâr etme eğilimi taşır. Aynı ifade bir Alevi birey tarafından dile getirildiğinde ise bu tutumun, ya korku ve baskıdan ya da kişisel çıkarların önceliklendirildiği bir pragmatizmden kaynaklandığı söylenebilir. Ancak toplumsal gerçekler, bu iddiaların tersini ortaya koymaktadır. Türkiye’de Alevi bireyler, ayrımcılık, dışlanma ve sistematik baskı ile somut bir şekilde karşı karşıya kalmaktadır.
Sosyal Ayrımcılığın Somut Örnekleri
Bu durumu açıklamak için binlerce örnekten yalnızca birkaçına değinmek yeterli olacaktır. Gözlemlerime dayanarak, Alevi bir köyden ya da aileden gelen bireylerin askerlik gibi kolluk kuvvetleri gibi kurumsal yapılarda genellikle en fazla uzman çavuş rütbesine kadar yada nadiren Maximum astsubaya kadar yükselebildiğini söyleyebilirim. Bu durum dahi genellikle Alevi kimliğini gizlemek ya da geri planda tutmak zorunda kalmalarıyla mümkündür. Bu kişiler ise çoğunlukla hakaret, dışlanma ve onur kırıcı muameleler ile karşılaşmaktadır. Benzer şekilde, polislik gibi mesleklere girme imkânı oldukça sınırlıdır ve genellikle alt seviye görevlerde olurlar ve bu durumda yine Alevi kimliğini gizlemek bir ön koşul haline geldiği gibi çoğu da namaz kılarak camiye giderek asimile olurlar.
Ne yazık ki devletin alt kademelerinde çalışan bazı Alevi bireylerin, kendi topluluklarına verdikleri zarar çok büyüktür, bu kişiler adeta kıraldan kıral gibi hareket ederek kendi toplumuna karşı baskıcı bir tutum sergiledikleri de gözlemlenmektedir. Bu bireyler, devletin otoritesini kullanarak adeta kendi kökenlerine yabancılaşmış bir şekilde hareket eder. Bu durum, topluma zarar vererek asimilasyonu hızlandırmakta ve Alevi topluluğunun onurlu duruşunu zedelemektedir. Bu tür bireylerin, kendi değerlerine yabancılaşarak hem kişisel hem de toplumsal bir trajedi yaşadığı söylenebilir.
Tarihsel ve Psikolojik Temeller
Alevi toplumunun tarih boyunca maruz kaldığı baskılar, günümüze kadar derin izler bırakmıştır. Osmanlı döneminde Alevilerin askere alınmaması gibi ayrımcı uygulamalar geçmişte yaşanmışken, günümüzde devletin karar mekanizmalarına katılmaları fiilen engellenmektedir. Bu durum, bireylerde adeta bir “Stockholm sendromu” etkisi yaratmaktadır. Yani, birey celladına hayranlık duyar hale gelmiş, onun rolünü benimseyerek kendi kimliğinden uzaklaşmıştır. Bu rolü bir kıyafet gibi üzerlerine geçirerek, en alt kademelerde bile çalışırken kendi toplumuna karşı üstün bir bakış açısı geliştirmiş ve bu da aidiyet duygusunun kaybına, hatta inkâra yol açmıştır.
Ancak unutulmamalıdır ki, onurlu bir duruş sergileyen bireyler, tıpkı Pir Sultanlar gibi, bu uğurda asılsalar ve can verseler dahi unutulmazlar; aksine, her zaman saygıyla anılırlar. Buna karşılık, kendi değerlerini inkâr edenler ne yandaş oldukları taraftan ne de kendi kökenlerinden gerçek bir saygı görebilirler. Bu durum, bireyin hem kendisine hem de toplumsal kimliğine zarar veren bir paradokstur.
Alevi Cenazelerinde Yaşanan saygısızlık: Cami Kapısında Asılı Kalan Bir Alevi Tabutun Hikâyesi
Bu ayrımcılığın en somut örneklerinden biri, ailemizde yaşanan acı bir olayla açıklanabilir. Kardeşim vefat ettiğinde, onun bir Alevi olarak inancımıza uygun bir cenaze töreniyle defnedilmesini istemiştik. Ancak kardeşimin Sünni-Türk olan eşi, ailemiz daha cenazeye ulaşamadan tabutunu alelacele camiye götürmüş ve cami kapısına asılı bırakmışlardı. Yurtdışında yaşadığım için cenazeye katılamadım, ancak elime ulaşan bir fotoğraf yaşanan acıyı tüm çıplaklığıyla özetliyordu: Tabut, cami kapısında adeta “askıda kalmış” bir şekilde duruyordu.
Ailemizden ablalarım ve yeğenlerim, kardeşlerine yalnızca caminin karşısındaki yoldan, uzaktan bakarak veda etmek zorunda kalmıştı. O anı özetleyen bir karede, cami kapısında “askıda kalan” bir Alevi tabutu ve yolun karşısında kardeşleri vardı; çaresiz, uzaktan izliyorlardı. Bu olay, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde tarifsiz bir acının, saygısızlığın ve haksızlığın ifadesiydi. Kendi ritüellerimizi yerine getirmemize izin verilmemiş, sistemin ve toplumun baskın inanç sisteminin baskısı, bir kez daha karşımıza dikilmişti. Tek bir bireyin arkasına aldığı güç ve cesaret, bu baskıyı en acımasız haliyle ortaya koymuştu.
Benzer bir olay da manevi annemin vasiyetinin görmezden gelinmesiyle yaşandı. Anne dini ritüeller olmaksızın defnedilmek istemişti. Ancak bu vasiyet, yani son istek de toplumun Sünni normları tarafından hiçe sayıldı ve dini zorbalık olarak kullananlar kazandı.
Başka bir örnekte ise, bir teyze, yeğeninin ölümüne duyduğu acıyı ifade etmek için anısına yazdığı bir veda yazısı yüzünden yine aynı güce dayananlar tarafından hakaret ve tehditlere maruz kaldı. Bu olaylar, toplumsal baskının ve ayrımcılığın ne denli yaygın ve derin olduğunu göstermektedir.
Sünni-Alevi Evliliklerinde Yaşanan Baskılar
Sünni-Alevi evliliklerinde genellikle baskın taraf Sünni eş ve ailesi olmaktadır. Kendi ailemde de bu duruma dair geçmişten günümüze pek çok örnek bulunmaktadır. Bu tür evliliklerde baskı, Alevi bireyin inancını yaşamasını neredeyse imkânsız hale getirmektedir ve Sünni eş kendi inancını dayatmaktadır yada yavaş yavaş işler, öyleki içine girdiği tüm aileyi etkiler.
Alevilik ve Mevlit Yanılgısı
Alevi cenazelerinde mevlit okutulması gibi Sünni ritüellerin uygulanması, Alevilik inancının özünden uzaklaşıldığını göstermektedir. Gerçek Aleviliği anlamak, onun kadim öğretilerini doğru kaynaklardan öğrenmekle mümkündür. Sünni İslam’ın etkisiyle Aleviliği bu inanç sistemine benzetme çabaları, Aleviliğin özgün kimliğini zedelemekte ve yanlış algılara neden olmaktadır.
Oysa Alevilik, söylenildiği gibi ne Şii ne de Sünni İslam mezhebidir. Kendi tarihsel, kültürel ve inançsal kökleri olan özgün bir inanç sistemidir. İnsan sevgisi, doğa ile uyum, eşitlik ve adalet gibi kavramları merkezine alan Alevilik, aynı zamanda derin bir felsefi ve mistik birikime sahip bir yaşam yoludur. Alevilik, ritüelleri, sözlü gelenekleri ve inanç sistemiyle benzersizdir ve doğru anlaşılması için tarihinin ve erkânının incelenmesi gereklidir.
Sonuç ve Çözüm Önerileri
Türkiye’de Alevi-Sünni ayrımı hâlâ derin ve yaygın bir sorundur. Bu sorunun aşılabilmesi için toplumun her iki kesiminin de önyargılarını sorgulaması, empati yapmayı öğrenmesi ve daha bilinçli bir tutum sergilemesi gerekmektedir. Onurlu bir duruş, bireyin kendi kimliğine ve değerlerine sahip çıkmasıyla mümkündür.
İnanç farklılıklarının ayrımcılık ya da baskı nedeni olmaktan çıkıp toplumsal zenginlik olarak görülmesi, daha eşitlikçi bir geleceğin inşasında önemli bir adım olacaktır. Devletin bu konuda büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Ayrımcılığın ortadan kaldırılması için eşitlik temelli politikalar izlenmeli ve her inanç grubunun kendi ritüel ve geleneklerini özgürce yaşayabilmesi sağlanmalıdır.
Suna DOĞAN . İSVİÇRE
Sesim Gazetesi Avrupa temsilcisi